Yaşadığımız yüzyılda iklim krizi her geçen gün şiddetini arttırırken “Kadın” ve “Çevre” konu başlıkları yan yana gelince daha güçlü bir anlam bütünlüğü doğuruyor. çevreyi “yaşanabilir” ve “sürdürülebilir” kılması açısından kadının yaratılışından getirdiği bütünleyici, birleştirici, dönüştürücü etkisi, doğayı anlamak, korumak açısından kadına doğal koruyucu sıfatını yüklüyor.

Diğer taraftan, çevrenin bozulmasından ve olumsuz çevre koşullarından en çok etkilenenler de kadınlar…Sonuçlara göre , gerek çevreci gerekse toplumsal cinsiyetçi bir yaklaşımla hareket edildiğinde, çevreden etkilenen ve çevreyi koruma sorumluluğu olan kadınların önemi bir kat daha artıyor. Kadınlar doğurmak, beslemek, büyütmek ve üretmek işlevleri dolayısıyla doğa ile etkileşim içerisinde olan bir varlık. Bu nedenle, benzer işlevleri olan doğaya karşı her zaman kendilerini daha yakın hissetmesine neden oluyor. Aslına bakarsanız dilimize yerleşmiş olan “Tabiat Ana” ifadesi, kadın ve doğa/çevre arası etkileşimi çok güzel biçimde çıkarıyor.

Kentsel ve kırsal bölgelerde meydana gelen çevresel tahribatın, başta kız çocukları olmak üzere kadınların sağlığını ve yaşam kalitesini daha fazla etkilediği bilinmekte. Kadınlar doğurganlıklarından dolayı, çevre kirliliğinden hem kendilerinin duyarlılıkları hem de gelecek nesilleri etkilemesi açısından daha fazla risk altında.  Dünya Sağlık Örgütünün 1984 Tarihli Raporuna göre, odun-kömür dumanları ile tezek-gübre gazları, kadınların solunum ve görme fonksiyonları üzerinde olumsuz etkide bulunabilmekte ya da yemek pişirirken soludukları havadaki kanserojen ve benzipiren maddelerin etkisi, aşırı sigara içmeye eş değer olabilmekte. 

Kadınları etkileyebilecek çevre sorunlarını, sadece kadınların geleneksel rolleri göz önüne alınarak belirlemeye gitmek, eksik bir değerlendirme olur.Tehlikeli atıkların havaya, suya ve toprağa verilmesi sonucunda besin zincirine zararlı maddelerin girmesi, GDO’lu ürünlerin kullanılması, tarım faaliyetlerinde kullanılan zararlı kimsallar,beslenme alışkanlıklarındaki değişim  veya soluduğumuz havanın bozulması sonucu oluşan sağlık sorunları üzerinde durulması gerekiyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), 1989 yılında ilk kez kapsamlı bir şekilde yapılan araştırma sonuçlarını değerlendirirken, çok çarpıcı bir bulgu mevcut.Araştırma, kadınların yoksulluk, geçim sıkıntısı olumsuz sosyolojik çevresel faktörler gibi bir durumla karşılaşmaları durumunda bile, ailesi için besin ve enerji sağlama yükümlülüğünün, onları çevreyi bozucu, doğal kaynaklara zarar vereci yaşamsal durumlar ortaya çıkarmayı tercih etmediğini ortaya koyuyor.

Kadın doğal özelliği gereği “çevre dostu” ve doğurmak, beslemek, büyütmek ve üretmek işlevleri dolayısıyla çevre ile daha fazla etkileşim içerisinde. Bu nedenle, çevreye karşı her zaman kendilerini daha yakın hissetmiş ve daha duyarlı eylemler gerçekleştirmiş…

Son dönemde iklim değişikliği ve küresel ısınmanın etkisinin daha fazla hissedilmesi, konunun farklı boyutlarıyla ele alınmasını sağladı. İklim değişikliği sorununda toplumsal cinsiyet faktörü araştırılmış olsa da  bu hususta yapılmış araştırma ve incelemelerin henüz çok fazla bulunmuyor.

  Ancak iklim değişikliğinin medya ve siyaset dünyasında giderek daha çok önem kazanmasına paralel olarak dünyanın çeşitli bölgelerindeki çevre ve kadın örgütleri de bu konuyla ilgi duymaya başladı. Bu kapsamda çalışmamızda genel olarak çevrenin tahribinin kadınlar üzerindeki etkisinden başlayarak, çevrenin korunması ve özellikle iklim değişikliğine ilişkin hususlarda tüm insanlığın rolleri ve sorumlulukları üzerinde durulmaya çalışılmalı. Çünkü bugüne kadar tüm hatalarımızı tolore edip, tüm zenginliklerini bize sunan tabiat ana, hiç olmadığı kadar zor zamanlar geçiriyor.