İnsanların yaşadığı şehirler, ilçeler, kasabalar gün gelir uğrak yeri olur. Güneşe hangi köşesinden bakarsanız bakın, başka yerlere benzemeyen bir yanı, farklı bir özelliği görünür mutlaka. Konuşulan dil, söylenen türkü, ya da bir ağıt karşılaşılan her güzelliği daha bir sevdirir. Yaşlılar toprağı çapalayıp ekerken, ağacın dalından yemiş toplarken adeta göz göze gelir ömrünün geride kalanı ile!.. Bağdaş kurup otursa rüzgârla konuşur, yağmur yağsa bulutların yuvasını arar. Nerede uzun bir huu çekse karşılık alır sözüne.
Çocukluktan itibaren süregelen yaşam bağını elbise astarı gibi sökülüp atılmayacağını düşünürsek, figür niyetine dünyaya gelmediğimizi anlamak da zor değildir. O nedenle yaşanılan şehirler suya bakıp gittiğimiz sıradan bir yer, mekân olmaktan çıkar. Örf ve adetleri, gelenekleri sürdürülen toplum tarafından değer kazanan böylesi ilçe ve şehirler bir bakıma kendi içine çekilip saklı kalmaktan da kurtulmuş olur.
İşte bu güzellikleri içinde barındıran ilçelerden biri de Amasya’nın Merzifon İlçesi. Karadeniz Bölgesi’nin kültürel alanda gittikçe gelişen bu şiirin ilçe, “Merzifon Haftası Kültür ve Sanat Etkinlikleri” kapsamında bu yıl Kitap Fuarı olarak gündemde yerini aldı. Kurumların; şehircilik anlayışı ve vakti nasıl biçimlendirmesi gerektiğinin pratiğini kavradığında çözüm üretmek de kolaylaşır. Oyuklara yerleştireceği ışık etrafa istenilen aydınlığı veriyorsa hedefe ulaşılmış demektir. Bir yerde elin kirlenmeden elbisenin rengine sığması gibi!..
Bir taşı yontmanın zorluğunu ancak heykeltıraş sanatçısı bilir, sözü yontmanın zorluğunu da siyasetçiler. Şair ise kâğıdın yanına kalemi koyarken seçeceği kelimelere dikkat eder, yoksa silginin maharetini hafife almış olur. Diğer yanda şehirleri sözle boyamayan, kültür motiflerine zenginlik kazandıran, toplum yararına çalışan kişi ve kurumları da alkışlamak gerek. Belediye yönetiminin yeniliklere açık olduğu sürece insanlar arasında kadercilik diye bir şey kalmaz. Birbirini dinlemekten amaç, madenin yerini birlikte aramanın kararlılığıdır.. O vakit ne koltukta oturan masayı sarsabilir, ne de masanın önündeki; bir sandala yanaştığını düşünebilir.
Merzifon Belediye Başkanı Alp Kargı böyle düşünmüş olacak ki; ekibi ile birlikte bir ilke imza attı ve Kitap Fuarı düzenledi. 25-30 Ağustos 2016 tarihinde kapalı bir alanda gerçekleştirilen fuara, 55 yayınevi ile yaklaşık 100 yazar ve şairin katılacağı Merzifon Belediye Başkanı tarafından yerel basından duyuruldu.
Gazetedeki haberi okuduktan sonra kendi kendime düşünmeye başladım. Bu küçük ilçenin yaşayanları nasıl olmuş da büyük işlere kalkışmışlardı? Hem kolay mıydı böyle bir kalabalığa ev sahipliği yapmak? Olmuştu işte!.. Birilerinin sadece kımıldaması yeterliydi demek ki, güzel şeylere niyet etmeye. Gayretin, azmin başaramayacağı hiç bir güçlük yoktu… Siyasi görüşü ne olursa olsun bir devlet kurumu sessizliği bozmanın yolunu buluyordu. Bu bir cep aynası gibi ilkeli bir örnekti sanatın nabzını tutmak isteyenlere. 52100 Nüfuslu Merzifon kuşkusuz örnek teşkil etmekteydi.
Sonra yıllardır yaşadığım Safranbolu ilçesinde neden Kitap Fuarı düzenlenmedi diye geçirdim içimden... Bu yıl 17. cisi gerçekleştirilen Safranbolu Festivali oldukça sönük geçmişti. Bunun nedenleri tartışma gerektirir, fakat sanatın topluma ulaşmasını sağlamak istiyorsak siyasi görüşü arka plana koymalıyız, yoksa tabusunu yıkamayan yönetim her zaman sınıfta kalır.
Ben Ceres Yayınları’ndan çıkan kitaplarımı imzalamak için 27 ağustos akşamı Safranbolu’dan beş saat sürecek otobüs yolculuğuna hazırdım artık. Belediyenin, katılımcı yayınevleri ve yazarların yol ücretinden konaklamaya kadar masrafını karşılıyor olması, sanat masasını daha bir zenginleştirmişti.
Rahat bir yolculuktan sonra Merzifon Otogarı’nda otobüsten inip bir taksi çağırdım, kalacağım otelin adını söylediğimde şoför, “abla beş dakikalık yer ben senin boş yere on liranı almak istemem” deyince şaşırdım. Meğer otel otogarın hemen arkasındaki caddenin üzerindeymiş. Valizimi sürüyerek otelin kapısından girdim. Belediyenin adıma ayırdığı odanın anahtarını resepsiyondaki görevliden aldığımda saat 24’dü gösteriyordu. Odanın kapısını açtığımda öyle mutlu oldum ki, içerideki rahatlık hemen gözlerime yerleşti adeta. Valizimi bir köşeye bırakıp tekrar resepsiyona indim. Görevli arkadaşa çay içmek istediğimi söyleyince “kantin bu saatte kapalı olur, otagarın hemen yanında bir köfteci var orada istediğiniz kadar çay içebilirsiniz” demesi içimi rahatlattı.
Tekrar otogar yönünde yürümeye başladım. Otelle gar arasındaki geniş caddede Sadrazam Kara Mustafa Paşa Heykeli ilçeye gelenleri karşılıyormuşçasına heybetliydi!.. Biraz yürüdükten sonra köfteciyi bulmam zor olmadı. Hemen bir masaya sandalye çekip oturdum. Az sonra getirilen çayı keyifle yudumlamaya başladım. Gecenin geç saatine rağmen masalardaki insan kalabalığı dikkatimi çekti. Buna rağmen etraftaki sessizlik huzur vericiydi. Tam karşıdaki caddeden seyir halindeki otomobiller bir süre sonra görünmez oluyordu.
Havanın biraz serinliğinden üşümüş olacağım ki ürperir gibi oldum. Bu arada köfteci ile de sohbet etmeyi ihmal etmedim. Fuar nedeniyle Safranbolu’dan geldiğimi söyleyince o da bana Merzifon hakkında biraz bilgi verdi. Tam hesabı istemiştim ki “afiyet olsun misafirsiniz, ikramımız” deyince ben bir kez daha şaşırdım. Bu misafirperlikten hem memnun oldum, hem de gittiğim hiç bir şehirde böyle cömert esnafa tesadüf etmediğimden; nezaket her insana musallat olsa keşke demekten alamadım kendimi!..
Otele doğru yürürken yeryüzünün hangi yanı kirlense biri çıkar kurnazlık etmeye çalışır diyordum kendime. Sırf kendi alemini övmekle kalmaz, allayıp pulladığı yalanları başkalarının itirafı gibi yayar ortalığa!.. Oysa kendini bir imtihan etse bozulanın kendi olduğunu anlayacak. Farkındalıklar işte böylesi anlarda çıkıyor ortaya. Biçerdöver gibi insanları sıklıkla görürüz. Mola verdiğimiz duraklar yorgunluğumuzu aldığında yükümüzün ağırlığını hissetmeyiz. Ben yorgunluğumu gecenin fısıltısına bırakmıştım üşüyen kelimeler susarak…
Ertesi sabah Belediye Başkanı Alp Kargı eşliğinde Safranbolu Konakları’nı andıran, restore edilmiş “Kültür Evi” adını verdikleri tarihi bir mekânın bahçesinde hep birlikte kahvaltı yaptık. Masada yöreye ait her çeşit yiyecek vardı, fakat ben kahvaltı masalarının baş yiyeceği, bolluğun simgesi bilinen “Keşkek” yemediğime çok pişman oldum. Zira gün içinde öyle methettiler ki, “yemeden gitme” diye de tembihlediler. Ne yazık ki tadını hâlâ merak ediyorum!..
Kahvaltı sonrası Belediye Başkanı katılımcı yazarları plaket ve kitap seti ile onurlandırdı. Merzifon kültürünü içeren kitap setinin içinde Başkan Alp Kargı adını yazan bir kalem ve en önemlisi de Mustafa Kemal Atatürk rozetinin olması beni ziyadesiyle mutlu etti. İncelikli düşünebilmek makamı ne olursa olsun her insana yakışıyor. Belki de güzelliğin ustası olmak da denebilir buna...
Yine hep birlikte restore edilmeyi bekleyen tarihi “Kızlar Mektebi”ni gezdik. Binanın üzerinde büyük bir kule vardı. Dökülen boyası, sıvası, çatlayan duvarlar zamanın acımasızlığını bir kez daha gözler önüne seriyordu. Başkan Alp Kargı, Mekteple ilgili bilgi verirken müzeye dönüştürmek istediklerinden söz etti. İnsan, çaldığı kapıların önünde kalınca içerideki buz dağına bir de; göze de yanmışlığı aşikardır!.. Tarihi dokunun korunabilmesi için büyük bir bütçe gerektiğini anlamak zor değildi. Güneşin sızan ışıkları binanın duvarlarına bir balıkçı avı gibi serilmişti önümüzde…
Bir süre sonra fuar yerine gitmek için servis araçlarına bindik. Fuarın tam karşısında Çanakkale Şehitlik Anıtı’nı görünce, Çanakkale Savaşı’nda şehit düşen dört aile büyüğüm geldi aklıma. Geçmişin savaşları kahramanlarımızı, isimsiz mezarlar da vatanımızı hatırlatır bize… Künyemize kazılan oğullarımızın, kızlarımızın adı bayrağımızda dalgalanır.Gelecek ellerimizde açan çiçektedir. Nazım Hikmet’in dediği bir şey var ki duvarlara kırgınlığımızı alır!..“ iki şey var ancak ölümle unutulur/ anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü”.Dizeleri gibi…
Fakat insan kendisiyle konuşmayı da hiç unutmamalı bence. Zira ellerimizi, kalbimizi dünyaya baktığımız yerde hisseder, ararız. Birine dokunduğumuz yerde seviliriz. O nedenle insanın kendisiyle konuşması sesine yaslanmayı da öğretir… Üstelik şehirlere karşı durduğumuz yerde adımızı fısıldayan kapılar kendiliğinden açılır.
Fuar alanına girdiğimde ferah kapılar denebilecek geniş bir ortama yerleştirilmiş stantlar dikkatimi çekti. Her yandan adeta kitap kokusu geliyordu. Birkaç yayın evi sahibiyle sohbetler, yeni yüzlerle tanışmış olmak, yeni okurlar kazanmak iki güne sığdırabildiğim zamanla sınırlıydı. Akşam üzeri belediyenin Halkla İlişkiler Müdürü Kaya Dağlı Bey bizlere ilçeyi gezdirdi. Bedesten Çarşısı Safranbolu’yu, Mısır Çarşısı İstanbul’u anımsattı bana. Kara Mustafa Paşa Camii ve caminin Şadırvan’ındaki tarihi nakışlar, bahçesindeki koça çınar yıllara meydan okumuştu. Yine 17.yy.’ın 3. (çeyreğinde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan, 2012 yılında restore edilen Taşhan; kalın halka zincirle bağlı demir kapıları ile karşıladı bizleri. Kapı aralığından bakınca ışık sızan küçük bir alan görebildim ancak.
Havuzlu Park, Kiliseler ve daha birçok tarihi yer gezdikten sonra ilçe dışında kalan yüksek tepelere doğru yol aldık. Yol buyunca dümdüz arazileri görünce çok şaşırdım. Zira hiçbir şehirde böylesine bakir kalmış arazilere rastlamak mümkün değildi. Son yıllarda gözlerimize çivi gibi batan beton arma binalardan başka bir şey görmediğimden insan, bu düz araziler boyunca, yüreğini ve hayallerini özgürce koşturabilir diye geçirdim içimden. En yüksek tepeye ulaştığımızda Merzifon’a kuş bakışı bakmak daha da keyifliydi. Geniş bir alan üzerine yerleştirilen evler, iş yerleri tüm güzelliği ile dingin bir görüntüye sahipti. Fakat bir özelliği daha var bu dingin ilçenin; her gün ikindi saatlerinde esmeye başlayan rüzgâr ancak akşam saatlerinden sonra kayboluyor... Bu rüzgârın hiç vazgeçmeden kış aylarında estiğini düşünmek istemedim o an. O nedenle soğuk geçiyordur kışları belki, kim bilir?
Kısa bir süre sonra, 1- 9 Nisan 2017 tarihlerini kapsayan ikinci bir Kitap Fuarı’na daha imza attı Merzifon Belediyesi. Bu defa 70 yayınevi, 100 den fazla yazar ve şaire ev sahipliği yaparak. Bir öncekine nazaran eksiklerin büyük çoğunluğu dikkate alınmış, her şey planlı bir şekilde düşünülmüştü. Kaymakam, Dr. Ozan Balcı fuara destek verenlerin başında gelen isimlerden biri… Çocuklara ve gençlere okuma alışkanlığı kazandırmak için dört ayrı okulda kütüphane kurulmasına öncülük etmesi ve bu konuda ki çalışmaları desteklemesi; keşke her ilçeye böyle kaymakamlar atansa dedirtiyor bana. Yani şöyle bağıra bağıra konuşsam diyorum!.. Fuar alanı içinde ve çevresinde temizlik konusunda yine büyük bir özen vardı. Yayınevlerinin bulunduğu stantlar geniş olduğu kadar rahattı da.
İlk günün akşamında Merzifonlu dostlarla birlikte yemek yedik. O meşhur yöresel yemeklerinden çömlek içinde "Keşkek" masaya geldiğinde tatmak için sabırsızlandım. Daha çok sabah kahvaltılarında tercih ediliyormuş meğer!.. Doyasıya yedim, günün yorgunluğunu ise çoktan unutmuştum o arada.
Fuar boyunca el ele tutuşup gelen yaşlı çiftler, kadınların, gençlerin ilgisi yoğundu. Özellikle engelli bir çiftin kitap sevgisini unutmam mümkün değil. Gözleri görmeyen eşine okumak için kitaplarımdan alması beni çok duygulandırdı. Yaşam, birinin bacağı; diğerinin gözleriydi. Kuşkusuz birbirinin yüreklerine kurmuşlardı evlerini…
Bir başka okuyucum Hüseyin Beyle eşi Suna Hanımın beni ağırlamak için gösterdiği nezaketi, stant görevlisi öğretmen Sedat Dilli’nin Amasya’yı gezdirme çabası, Olay Gazetesi Muhabiri Meryem Altunay’ın sıcak ilgisi “galiba ben biraz Merzifonlu oldum” dedirtiyor bana…
Kendi adıma keyifli günler geçirdim diyebilirim. Ulaşımın kolay olması dönüşümü de kolaylaştırmıştı. Servisler her an hazır bulunuyordu. Samimi yüreklerin yaşadığı yer olarak kalacak anılarımda Merzifon. Yalnız bir daha yolum düşerse “Keşkek” yemeden dönmeyeceğim yine diyerek kendime tembihliyorum. Belki “kalbime ve ellerime “bakarak yine gelirim!..