Ünye’den gelen bir haber beni eskilere götürdü. ÇEKÜL (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı) ile Ünye Belediyesi el ele verip, Güzelkale Köyü’ndeki eski evlerin korunmasını sağlayacaklarmış. ÇEKÜL’ü tanımayanlar için söyleyeyim. Bu evlerin koruma altına alınması, onların süslenerek, püslenerek Ünye’nin güzel ormanları içerisinde sergilenmesi anlamına gelmez. O evlerin yaşaması, hayatın devamı anlamına gelir.Sivil toplum örgütleriyle tanışmam çok eskilere dayanır. Gazetecilik yapmadığım zamanlarda kimi örgütlerde çalışmışlığım, ikisini bir arada götürmüşlüğüm de var. ÇEKÜL ise benim ilk göz ağrım. Beyoğlu’nun ticarethaneye dönüştürülmediği zamanlardı, çok değil 20 yıl önce. Bugün yerinde yeller esen Lale Sineması’nın en üst katındaydık, iki oda bir salona sığmaya çalışıyorduk. Ekibi tahmin edemezsiniz, anlatmaya kalksam satırlar yetmez. En küçük üyemiz bugün Birgün Pazar’ın kapak resimlerini çizen Zeynep’ti. O zamandan belliydi boyundan büyük işler başaracağı. Varın gerisini siz hayal edin.Doğaya ilgim hep vardı ama ‘kültürel çevre’, ‘kültürel miras’ kavramlarını orada öğrendim. Vakfın kurucu başkanı Prof. Dr. Metin Sözen, 1975 yılında Safranbolu’da koruma çalışmalarını başlattığında, belki de kendi dışında kimse bu çabasının tüm Türkiye’yi saran bir ateşe düşüneceğine inanmıyordu. ÇEKÜL önderliğinde kurulan Tarihi Kentler Birliği’nde bugün 300’den fazla üye belediye var. Anadolu’da ayakta kalmış eski bir ev, mahalle görürseniz ÇEKÜL’ün imzasını da orada görme şansınız yüksek. Gaziantep’te Bakırcılar Çarşısı, Kadıköy’de Yeldeğirmeni/Rasimpaşa Mahalle Canlandırma Projesi, Amasya’nın tarihi konakları, Muğla’nın evleri… Dört aydır da Merzifon’da çalışıyorlar. Merak edenler Merzifon’u takibe alsın, vakfın çalışmalarının kenti nasıl değiştirdiğini görecekseniz.Eski evleri, mahalleleri korumak daha doğrusu yaşatmak kolay iş değil. Ülkede kültüre ve tarihe verilen önemin atılan birkaç nutuktan öteye gitmediğini hepimiz biliyoruz. Alışveriş merkezlerine, makam otomobillerine para bulanların, ‘Osmanlı’ yadigari cumbalı evleri sitelere, alışveriş merkezlerine kurban ettiklerini de. Vakıftaki ilk yaşatma projeleri sırasında, o evlerde yaşayanların bakım giderlerini üstlenmekte zorlandıklarına da tanık olmuştuk. Böyle bir ortamda evleri nasıl ayakta tutacaktınız? Metin Sözen’den öğrendiğim altın formülü dilim döndüğünce tercüme etmeye çalışayım. Korumak istediğiniz yerde yaşamı devam ettireceksiniz. Eski evlerde yaşamayı külfet değil, nimet haline getireceksiniz. Evi bir müzeye çevirmekten çok, içindeki insanlarla birlikte yaşanabilir kılacaksınız. Eski kentler, yaşam sürdükçe, insan o evlerde/mahallelerde yaşamaya devam ettikçe, çarşıda çalıştıkça var oluyor. Koruma işi 24 saatlik bir iş, kent 24 saat nefes alıp verirse korunuyor, bekçilerle değil. Gaziantep’teki Bakırcılar Çarşısı ayaktaysa bu yüzden ayakta. Amasya’da, Yeşilırmak kıyısındaki konaklar ziyaretçilerle dolup taştığı için parıltıları geceleri yıldızlarla yarışabiliyor. Safranbolu’daki evler müze değil, ev olarak kaldıkları için kara, tipiye dayanıyor. İçinde yıkanan olduğu için Gaziantep’teki tarihi hamamlarda sular akıyor. Evlerde pişen çorbanın dumanının direnci Muğla’daki bacaları dimdik ayakta tutuyor.Tarihi korumanın yaşatmak olduğunu ÇEKÜL sayesinde öğrendim. Tüm bunları yaparken bir yandan da 7 Ağaç Ormanları’na fidan dikmeye gidiyorduk. Yılbaşında, doğum gününde dostlara fidan hediye etmeyi, altından, ziynetten uzak durmayı, bizzat fidanı toprağa vermeyi de orada alışkanlık edindim. Dostlar saymış, dikilen fidan sayısı 4 milyonu bulmuş. Kesenlere inat.